Kurban Bayramı Kutlamaları
UŞAK SERAMİK SAN. A.Ş.
ÖZ Hanedan Pide ve Kebap Salonu ÖZ Hanedan Pide ve Kebap Salonu
UŞAK SERAMİK SAN. A.Ş.
Kum Saati
Yasemin Levent

Kum Saati

Bu içerik 3659 kez okundu.
Reklam

Teorik olarak ele aldığımızda ‘’zaman’’ aslında, Einstein’in dördüncü boyut teoreminden başka bir şey değildi. Somut olarak bir cismin üç boyutundan; yani, eni, boyu ve hacminden söz edilebilirdi. Lakin yaratılış olarak insan beyni, salt bunun için tasarlanmamıştır. Bu bağlamda,  işin içine perspektif ve soyutluk giriyor. Ve kaçınılmaz son, veya kaçınılmaz başlangıç: İnsanın beyni ile o muhteşem ruh dünyası buluşuyor. Bizler bu üç fiziksel boyut ve zaman boyutu içerisinde varlık ve yaşantımızı sürdürüyoruz. Yaşam pratiğimizde, üzerinde kendi kendimize bile en çok çeliştiğimiz düğüm olmuştur ‘’zaman’’ ve aynı zamanda Tanrı’nın cinsiyet, yaş, servet gözetmeksizin, herkese eşit olarak sunduğu tek armağan.. Nasıl heyecan verici!

Bir Kızılderili atasözü ‘’zaman’ ın bekleyenler için yavaş, korkanlar için hızlı, yas tutanlar için uzun, neşelenenler için kısa ve sevenler için sonsuz olduğunu söyler. Kızılderililer bir yana, hangimiz bir atıfta bulunmadık ki akıp geçen günlere, aylara, yıllara? Sevinçle takvim yapraklarını yırttığımız olmadı mı ya da saatin başında deli divane saniyeleri saydığımız? Ecel terleri döktüğümüz endişeli bekleyişlerimiz, veyahut yürüyüp nereye gideceğini bilmeden, boyutsuz bir noktanın üzerinde dönüp duran sade bir hezeyan olmadı mı? Keşke hiç bitmesin dediğimiz ’an’ ları, sonsuzluğu dilediğimiz milatları oldu hepimizin. Ve en trajikomik örnek… ‘zaman’ a küfürler savurduğumuz bile olmuştur,  ‘’Al bu da geç kalmışlıklarımız için!’’ dediğimiz…

         ‘Zaman’ kavramı ele alındığında, üzerinde ne kadar düşünülmüş olursa olsun, ne sanatçı, ne filozof, ne de bilim insanı kesin bir sonuca varmış değildir. Kavram, evrenin ve insanlığın varoluşundan beri gizemini korumuş, açıklanamamış ve bundandır ki, fizikten felsefeye, astronomiden müziğe, mitolojiden sanata, matematikten edebiyata, metafizikten sinemaya kadar her dalda ilham konusu olmuştur. Bu bağlamda Aziz Augustinus’ tan Newton’a, Aristoteles’ ten Hz. Mevlana’ya kadar uzandık, bilimselin yanında mutlak ve insani bir ‘zaman’ mefhumu arayışındayken. Ne kelimelerin, ne mantığın gücü yetti, sanat bile yetersiz kaldı onu tanımlamaya. Bilim, sanat ve felsefeyi altüst eden bir paradoks. En nihayetinde hepimiz, hücresinin duvarlarına resimler çizen mahkumlar gibi kaldık, mevcudiyetinin farkında ve muhtaç. Yani hiçbir şey, biz dünyalıların ‘’vakit nakittir’’ demesi kadar basite indirgenmiş değil gerçekliğin nezdinde. Bunu dediğimizde doğadan, doğallıktan uzak bir poligonda, ruhundaki yağları yakmak yerine,  birbiriyle yarışan niteliksiz savaşçılara benziyoruz. Yaşamın bu süratli maratonunda, kendimizi adapte etmek durumunda hissettiğimiz tek ilke, ‘doğru zamanda doğru yerde olma’ gerekliliği. Ne kadar zayıf bir yaşam enerjisi bana göre, zavallıca hatta. Oysa ‘an’ı yaşamanın ötesinde, öyle harikulade bir akış ki, benim saatin tik tak’ larında görüp duyduğum, duyumsadığım; sonsuz ‘an’ dan oluşan, uçsuz bucaksız bir yol… Bunca çelişkili tanım, yorum ve ifadeye konu olmuşken, yine de bana en yakın gelen ses, düşünür Augustinus olmuştur. Der ki: ‘’…Geçip gitmiş olmasa ‘geçmiş’ zaman olmayacak. Bir şey gelecek olmasa, ‘gelecek’ zaman da olmayacak. Peki nasıl oluyor da geçmiş ve gelecek var olabiliyor? Geçmiş artık yok, gelecek ise henüz gelmedi. O halde, ‘şimdiki’ zaman sürekli var ise, bu sonsuzluk olmaz mı?’’ Kuzey Afrikalı filozofa katılmamam pek mümkün olmadı benim. Neden mi? İşte şu ‘an’ daki sonsuzluk, benim aklıma öyle yatıyor, ruhumu öyle örtüyor ki. Ben kendi içselliğime yaptığım seyahatlerde, kendimle kıran kıran sohbetlerimde, soyut dünyamda bunu yaşadığımı düşünüyorum. Dışarıdan bakıldığında son derece robotik bir yaşantım var. Biyolojik saatim hiç şaşmaz, hafta sonu bile aynı saatte uyanırım mesela. Çok sıkıcı evet.  Ancak kendim ile baş başa kaldığım hayatımın en görkemli saatlerinde, sanki dünyanın bulunduğum noktasından, kazma kürek elimde, bir tek benim geçebileceğim bir tünel açmışım ve o noktadan dünyanın çekirdeğine doğru, hayatı derinlemesine yaşıyor gibi hissediyorum. Nasıl anlattım ya da böyle bir içsel ezgi nasıl anlatılır ki, gerçekten bilmiyorum. Ama en klasik öğretisiyle, ‘’Aynı nehirde İki defa yıkanılmaz’’ sözünün sahibi ve tanınmayı, kesinlikle bundan daha fazla hak edecek bir dünya görüşüne sahip Herakleitos da, haklı mı haklı. Çünkü zamanın çalkantısında, sürekli ve farklı sular akar. Üstelik bu fikre ateşten yola çıkarak vardığını duyunca, daha da sarsıldım;  ‘ateş’ in bir an bile sabit durmayan, kalıcı olmayan hareketlerini izleyerek varıyor bu kanıya. Ateş, su, insan, dünya, evren hepimiz bir şekilde ‘zaman’ olgusu ile dans ediyoruz. Beynimiz iflas noktasına gelirken bile, ruh dünyamız kendi yörüngesi boyunca eteklerini uçura uçura dans ediyor; ve bir atlı karınca oluyor zaman, bir devinim…

Kim sataşıp lafını etse ‘zaman’ ın, herkes haklı aslında. Görecelik diye bir şey varsa, bu en çok ‘zaman’ a olan yaklaşımlarımız için geçerli olmalıdır. Herkes aynı ‘an’ ı teneffüs ediyor gökyüzü ile yeryüzünün arasında; ama her birimiz bambaşka algılara sahibiz. Ki, insanın en belirgin özelliği bireyselliğidir. Onun gibi bir kişi dünyaya asla gelmemiştir ve gelmeyecektir. Dolayısıyla ‘insan doğası’ diye de bir şey yoktur, hiç boşuna genellemeyiniz. Hiç bitirmenize tahammül etmeden sustururum ‘İnsan doğası gereği… ‘ diye başlayan cümlelerinizi. Yineliyorum, insan doğası diye bir şey yoktur; dünyadaki insan sayısı kadar insan doğası vardır çünkü. O halde yedi buçuk milyar kişinin algısına açıktır ‘zaman.’  Cemal Süreyya’ nın bir dizesi geldi aklıma şimdi: ‘’Hangi şarkıyı dinlesem, bizim için söylenmiş sanki’’ diyordu. O misal, kim ne derse ‘zaman’ için, doğru söyler. Çünkü kim ne yaşayıp bildiyse seyr-ü seferinde, onu nakşedecektir seyir defterine; hem de kendi altın harfleriyle! En büyük marifettir yaşamak…

‘Zaman’ kavramı daha çok mistik ve şiirsel bir imge oldu benim için; büyüsüne içtenlikle kapılıp, tüm varlığımla katılıp, yer yer de katlandığım… Ne zamanki aklıma, fikrime, gönlüme, ruhuma, hüznüme, coşkuma, kağıdıma- kalemime düşse, bir Kum Saati dökülür gider huzurumda, bıkıp usanmayı hiç bilmeksizin. Bir prensip ‘zaman’, bir heyecan, bir endişe, bazen neşe, bazen ıslak orman kokusu, bazen sobanın dumanı, isi, camdaki pusu… Yani biz ne yaşıyor ve hissediyorsak, zamanda yaşanan her ne ise, kendi tercihlerimiz ve bizim dışımızda gerçekleşenlerle topyekün, ‘zaman’ O aslında. Kum Saati sevdama gelince, ruhuma nüfuz edip benimle birlikte dolaşan o kum taneleri yok mu ki, geçmişten geleceğe tüm yolculuğumuzun kilometre taşları onlar. Bu yaşamsal, duygusal hareketliliğin sembolü, minik heykelciklerim benim! Hepsi birbirinin aynı değil onlar, biliyor musunuz, kendi makamının dizgesinde akarken!!? Ben o armoniye aşığım aslında, onlar şelale özgürlüğüyle akarken cam haznenin içinde… Üstteki kristal haznede aralıksız kaybetmenin cinneti kulaklarımızı sağır ederken, aşağıdaki yığın yükseldikçe dinginleşir. Ben kum saatini baş aşağı ettikçe, defalarca düşer türdeşler, umutsuzluğu lime lime edip, hayatta kalmanın o asil mücadelesini ayakta tutarak. Hep göz ardı edilen bir paydaşı ‘hava’dır içeride yaşananların, diğeri de ‘ben’, gizli özne kıvamında.

 ‘Zaman’ ın ikizidir, eşanlamlısı, ruh eşidir Kum Saati. Benim de can yoldaşım. ‘Zaman’ deyince, ‘can’ nasıl da karıştırıyor kendini olay mahalline, değil mi?  Ve ‘can’ deyince, kendi olmayı başaran herkesin de aklına düştüğü üzere, Yüce Yaradan köklerini ince ve derinden, can suyunu ise nasıl da ılık bir hücumla salıyor özümüze. Tıpkı felçli bir hastanın, dehşet güzellikteki karıncalanmaları gibi, sonsuz kez yeniden hissettirmiyor mu kudretini?  O en sevgili, titretmiyor mu yüreğimizi en ölümcül yerinden, ve o deli yürekten akıp gelen kalemimizi, ve o yazdıkça doğuran kalemdeki ellerimizi titretmiyor mu başımız göğe, ellerimiz havaya, dualarımız arş-ı alaya yükselene dek? Bizler ‘zaman nedir?’ e asırlar boyu tek ve net bir cevap bulamayalım, varsın bulamayalım, bulmasınlar ne çıkar? Aslolan, takdir-i ilahi ile gerçekleşecek olandır. Yirminci yüzyılın en  önemli düşünürlerinden Pakistanlı İslam alimi Muhammed İkbal, ‘’Dehr Allah’ tır’’ hadisine sıkça değinerek, muhteviyatına büyük önem atfetmiştir. İkbal’e göre zaman problemi her dönemde şu iki sebepten dolayı İslam düşünür ve mutasavvıflarının dikkatini çekmiştir. Birincisi, Kuran-ı Kerim’e göre gece ve gündüzün nöbetleşerek değişmesi, Allah’ın en büyük işaretlerindendir. İkincisi ise bir Hadis-i Şerif’te buyurulduğu gibi Hz. Peygamber’in Zat-ı İlahi’yi ‘Dehr’ (yani zaman) ile aynı tutmasıdır. Böylelikle zaman gerçeğine dini açıdan da önemli bir açıklama gelmiş bulunmaktadır.

İsra Suresi 52. Ayet: ‘’Sizi çağıracağı gün, O’na övgüyle icabet edecek ve dünyada pek az bir süre kaldığınızı sanacaksınız’’ ve yine Muminün Suresi 112-114 Ayetlerde vahyedilen: ‘’Dedi ki: ‘Yıl sayısı olarak yeryüzünde ne kadar kaldınız?’ Dediler ki: ‘Bir gün ya da bir günün birazı kadar kaldık, sayanlara sor.’ Dedi ki: ‘Yalnızca az zaman kaldınız, gerçekten bir bilebilseydiniz.’’ Zaten yaratılış itibari ile bize bahşedilmemiş, zamanın bilgisi. Hiçbir manada algılayamadığımız bu ‘duygu durum karışıklığı’ nı, zamanın dışına çıktığımızda keşfetmek mümkün olur belki de, o bilinmeyen diyarlarda...  

Lütfedileni, layıkıyla yaşamak ümidiyle…

Sende Yorumla...
Kalan karakter sayısı : 500
Yasemin Levent Şenol     2019-02-25 Sayın Arif Öztürk ve Sayın Hidayet Yiğit, şükranlarımı sunuyorum. Yorumlayabilen okurlar tarafından takip edilmek gurur verici benim için. Selamlar, saygılar...
Yasemin Levent Şenol     2019-02-25 Sayın Arif Öztürk ve Sayın Hidayet Yiğit, şükranlarımı sunuyorum. Yorumlayabilen okurlar tarafından takip edilmek gurur verici benim için. Selamlar, saygılar...
Hidayet YIĞIT     2019-02-18 Fevkaladenin fevkinde kaleme alınmış bir makale. Ancak bu kadar güzel anlatılabilirdi. Yazarının Öğretmen (Meslektaşım) olmasından ayrıca gurur duydum. Umarım bu güzellikler bir gün kitap olur ve bizlere ulaşır. Tebrikler başarılar teşekkürler Öğretmenim...
Arif Öztürk     2019-02-02 İnterstellar filmi tadında bir makale...
Yasemin Levent Şenol     2019-02-01 Çok teşekkür ediyorum Mehmet Turgut Beyefendi. Saygılar.
Mehmet Turgutlu     2019-01-11 Kaleminize, yüreğinize sağlık...
İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR X
Banazda Kuzu Kokoreç Yalçın  Kokreçte Yenir
Banazda Kuzu Kokoreç Yalçın Kokreçte Yenir
Tarihi Eser Kaçakçıları'na Uşak Jandarmasından Operasyon
Tarihi Eser Kaçakçıları'na Uşak Jandarmasından Operasyon