Kurban Bayramı Kutlamaları
UŞAK SERAMİK SAN. A.Ş.
ÖZ Hanedan Pide ve Kebap Salonu ÖZ Hanedan Pide ve Kebap Salonu
UŞAK SERAMİK SAN. A.Ş.
Eşmeli Garip Elif’in Türküsü
Dr. Burhanettin ŞENLİ

Eşmeli Garip Elif’in Türküsü

Bu içerik 2795 kez okundu.
Reklam

Dr. Burhanettin ŞENLİ

Soğuk bir kış günü Elif bebek dünyaya geldi. Kasabadaki kadınların çoğunun doğumuna yardımcı olan Döndü ebe müjdeyi verdiğinde babası Mustafa iki oğlandan sonra bir kızı olduğuna ne kadar sevinmişti. 

Takmak (Eşme)de bu kış çok soğuk geçiyordu. Mustafa “inşallah bebeyi üşütmeyiz” diye düşündü. Tipi insanın içini donduruyordu. Komşular kapının önüne doluşmuştu. Hepsi Mustafa’yı kutluyordu. O ise Ayşe’sini merak ediyordu. Ayşe ilk iki doğumda bayağı zorlanmış günlerce kendine gelememişti. İçeri girdi. Ayşe’nin yüzünde değişik bir ifade görülüyordu. Hem yüzü gerilmiş hem de tatlı bir gülümsemesi vardı. Eğildi yavaşça “Ayşem nasılsın?” dedi. Ayşe ses çıkaramadan başını hafifçe öne sallayarak iyi olduğunu tatlı bir yüz ifadesiyle anlattı. Mustafa’sını görünce rahatlamıştı. Mustafa derin bir oh çekti. Tedirginliği azalmış, garip bir iç huzuru ve mutluluk tüm vücudunu kaplamıştı. Yüzünde bir yanma hissetti. Döndü ebe kızını kucağına verdi. Mustafa bir kızına bir karısına baktı. Mutlu oldu ve şükretti. Kızına genç yaşta kaybettiği anasının adını vermeyi hep hayal etmişti. Ne kadar mutlu bir gündü. İçi içine sığmıyordu. Kızının kulağına ezan okudu ve Elif ismini kulağına fısıldadı. Kızını bırakmadan eğildi, Ayşe’nin alnından öptü. Ayşe’nin yüzünde mutluluk artmıştı sanki. Bebeyi ebenin kucağına verdi ve evden dışarı çıktı. Derin bir nefes aldı. “Oh yarabbi şükürler olsun” dedi.

Günler, aylar, yıllar geçiyor küçük Elif büyüyordu. Büyüdükçe de güzelleşiyordu. Fakat ülkenin üzerinde kara bulutlar dolaşıyordu. Kasaba da geçinmek gittikçe zorlaşıyordu. Tarlada çalışacak erkeklerin çoğu askere gitmişti. Komşu Fatma teyzenin evine jandarmaların geldiğini bahçede oynarken gördü. Kapı çalındıktan bir süre sonra evden feryatlar yükselmeye başlamıştı. Komşular oraya doğru koşturmaya başlamıştı birden evleri kalabalıklaştı, ne olduğunu anlamamıştı. Kadınlar ağlaşıp duruyordu. Kadınların konuşmasına kulak kabarttı. Fatma teyzenin oğlu ibraam ağabey şehit olmuştu. Ne olduğunu anlamamıştı. Oralarda gezinen komşulardan Sultan abasını gördü ona şehidin ne olduğunu sordu. O da garip bir şekilde suratına baktı ve “hiiç ölmüş” dedi.  Birden boşluğa düşmüş gibi oldu. Yani şimdi ibraam abisini, çok sevdiği ibraam abisini bir daha göremeyecek miydi? Çok üzüldü koşarak eve gitti. Bir köşeye oturdu. Ağlamaya başladı. Aklına kötü şeyler geliyordu. İki ağabeyi de askerde idi. Zaten gençlerin çoğu askere gittikten sonra kasaba çok ıssızlaşmıştı.

Anasının geldiğini duymamıştı. Anası, “Kız Elif nişleyon” seslenince birden kendine geldi. Kafasını kaldırdı anasına baktı. O da gözlerini dikmiş kızına bakıyordu. Bir süre sessiz bakıştılar. Sonra Elif dayanamadı. Koştu anasına sarıldı. İkisi de hüngür hüngür ağlamaya başladılar…

Günler geçtikçe şehit haberleri arka arkaya gelmeye başladı. Artık her evde huzursuzluk ve endişe vardı. Velhasıl herkes de adı konmayan bir endişe vardı. “Acaba bize de kötü bir gelir mi?” diye. Günler geldi geçti. Zor da olsa geçti. Derken radyoda savaşta yenildiğimiz duyulmaya başladı. Arkasından ordumuzun terhis edildiği haberi geldi. Günler aylar sonra sağ kalanlar dönmeye başladı. Ardından da gaziler sökün etti. Savaş geride çok kötü izler bırakmıştı.

Fakat Türkün çilesi burada bitmemişti. Asırlar önce burada yaşayan Türklerin yanına Orta Asya’dan gelenler, bütün dünyanın gözü olan bu topraklardan atılmak isteniyordu. İttifak devletleri Anadolu’nun işgaline karar vermişti. Bu iş içinde Anadolu’da gözü olan Yunanlılar maşa olarak kullanılacaktı. Yunanlıları sürdüler cepheye.

Kara haber Anadolu’ya olduğu gibi Takmak’a da ulaştı. Yunan gâvuru İzmir’i işgal etmiş, ilk kurşunu atan Hasan Tahsin şehit olmuştu. Kara haberler ardı arkasına gelmeye başladı. Yunanlılar Takmak’a yaklaşıyordu. En sonunda geldiler ve istasyonun karşısına Çadırlarını kurdular. Çocuklar ne olduğunu anlamamıştı. Fakat büyükler çok tedirgindi. Elif bu arada büyümüş, dünyalar güzeli bir kız olmuştu. Yunan askerlerinden Yorgi Elif’e göz koymuştu. Her fırsat bulduğunda sıkıştırıp “buralar artık Yunan toprağı seni alacağım” diyordu. Bu arada Kuvayı milliyeciler Yunan taburuna baskın vermiş. Baskında çok sayıda Yunan askeri ölmüştü. Türklerden de şehitler vardı. Birliğin kumandanı Ali Bey de şehit olmuştu. Yorgi nasılsa kurtulmuştu. Yeni bir Yunan birliği geldi. Fakat bu baskından dolayı artık çok daha zalim davranıyorlardı. Yorgi etrafı bildiği için yeni gelenlere kılavuzluk yapıyordu. Artık eskisinden daha rahat hareket ediyordu. Takmakta insanlar artık tuvalet için bile evlerinden çıkamıyor, ihtiyaçlarını evlerde toprak doldurulmuş tenekelerle görüyorlardı. Zulüm had safhaya ulaşmıştı. Ama bütün bunların arasında cepheden Türk askeri ve Mustafa Kemal Paşadan iyi haberler gelmeye başladı. Sakarya da zafer kazanılmış ve Yunan bozguna uğratılmıştı. Zafer haberi Yunan zulmünü daha da artırmıştı. Memlekette seferberlik ilan edildi. Herkes Yunan gâvuruna hissettirmeden kenarda köşede elinde ne varsa gizlice toparlayıp el altından Ankara’ya gönderiyordu. Umutla cepheden gelecek haberler bekleniyordu.

Daha cepheden haber gelmeden Yunanın son zulmü başlar. Yunan imha taburları gelir ve her yeri yakmaya başladılar. Herkes bir yerlere kaçışıyor evini söndürmeye çalışanları vuruyordu. Komşuların çoğu öldü. Ortalıkta Elif’in şimdiye kadar hiç duymadığı kötü bir koku vardı bu hem ölenlerin hem de yangın kokusunun karışımıydı. Yanan evlerine dalgın dalgın bakarken bir el Elif kızın koluna yapıştı. Ne olduğunu anlamadan zorla götürmeye başladı. Elif direnmeye çalıştı, başaramadı. Yardım isteyen gözlerle etrafa bakındı hiç kimseyi göremedi. Yorgi Elif’i sürükleyerek götürdü ve trene bindirdi. Başında iki nöbetçi bekliyordu. Yunan askerleri hızla trene bindiler ve tren hareket etti. Elif’in ağlamaktan gözleri kurumuştu. Hatırında kalan yolda gördüğü harabelerdi, her yerden duman çıkıyordu. Derken tren hiç görmediği İzmir’e geldi. Yol boyunca hiç konuşmamıştı. Yorgi, yiyecek bir şeyler getirdi ama yiyemedi. Topluca askeri araçlara binip limana geldiler. Hayatında ilk defa deniz görüyordu. Her tarafta bir telaş, bir koşuşturma vardı. Gemiye bindiler. Yorgi bu sefer yanına oturmuştu. Yorgunluktan uyuya kaldı. Gözlerini açtığında limana yaklaşıyorlardı. Gemide yenilginin hüznü hissediliyordu neredeyse hiç kimse konuşmuyordu.  Yorgi Selanik’e geldiklerini söyledi. Bu defa hareketler yavaşlamıştı. Gemiden ağır ağır indiler.

Yorgi birliğe gittikten sonra Elif’i, annesi Sofi’nin evine getirdi. Ona günlerce dil döktü artık dönüşü olmadığını, evleneceklerini söyledi. Selanik’te hayat zor da olsa devam ediyordu. Elif’çik kilisede evlendi. Yorgi bir atölyede iş bulmuştu. Üç çocukları olmuştu. Çocuklarına Yunan dölü gözüyle bakıyor ve hiç içine sindiremiyordu. Kararlıydı. Elbet bir gün memleketine dönecekti. Çocuklarının birisi orada öldü. Derken ilginç bir olay oldu. Limanda gezerken Türkçe konuşan birisini duydu yanına yanaştı. Bu kişi limandaki gemilerden birisinin kaptanı Yaşar isimli bir Türk idi.  Ayda Bir İstanbul’dan mal getiriyordu. Kaptanı birkaç defa gördükten sonra durumunu anlattı. Zorla Yunanistan’a getirildiğini söyledi. Kaptan da durumuna acıdı ve onu Yunanistan’dan kaçırmaya söz verdi. Kaçırma bir ay sonra olacaktı. İçi içine sığmıyordu. Vakit geldi çattı. Bir bahaneyle evden çıktı. Fakat çocuklar sanki hissetmişler gibi peşini bırakmadılar. Onlar Yunan döllerini yanında götürmek istemiyordu ama yüreği de yanıyordu. Gemi limandan ayrılınca bir süre bekledi ve çocuklarını denize attı. Her ikisi de çırpınarak can verdiler. Gemi İstanbul’a yaklaşırken hem acı hem de sevinç yaşıyordu. Artık esaretten kurtulmuş, memleketine kavuşmuş, geride de hiçbir hatıra bırakmamıştı.

Bir akşamüstü Eşme’ye ulaştı. O da ne burada her şey değişmişti. Takmak Kasabası Elvanlar’a taşınmış ve Eşme adını almıştı. Eve geldiğinde herkes bir garip davranıyordu. Kendi memleketinde kendini yabancı gibi hissetmeye başladı. İnsanlar onu görünce arkasını dönüyor, yokmuş gibi davranıyorlardı. Biraz uzaklaşınca da dedikodular başlıyordu. Evdekilerde konuşmak istemiyordu. Çıldıracak gibiydi. Ne oluyordu? Dayanamadı çocukluk arkadaşı can yoldaşı Ayşe’ye gitti. O da konuşmak istemiyordu. Onu sıkıştırdı. “Ayşe ne oluyor ne olur bana bir şey söyle” dedi. Ayşe, “kızım herkes sana ahlaksız olarak bakıyor ve kendi gönlünle gittiğine inanıyor. Buradaki insanları ikna etmen çok zor.” dedi. Bundan sonra Elif iyice içine kapandı ve tamamen yalnız kaldı. Artık tek çare kalmıştı…

Elif evin Ahırına gitti. Allah’ım beni affet dedi ve  yağlı urganla yaşamına son verdi. Acılarla dolu hayatı, yine acı bir sonla noktalanmıştı. Ardından şu türkü yakıldı:

 

Yumurtanın kulpu yok,

Gözlerimde uyku yok,

Sür gemici gemiyi,

Hiç kimseden korkum yok.

 

Elma attım denize,

Geliyor yüze yüze,

Atma annem bizi denize,

Götür Türk dedemize.

 

Atina’nın üzümü,

Tutturamadım sözümü,

İki yavrum giderken,

Yumuverdim gözümü….

Sende Yorumla...
Kalan karakter sayısı : 500
İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR X
Banazda Kuzu Kokoreç Yalçın  Kokreçte Yenir
Banazda Kuzu Kokoreç Yalçın Kokreçte Yenir
Tarihi Eser Kaçakçıları'na Uşak Jandarmasından Operasyon
Tarihi Eser Kaçakçıları'na Uşak Jandarmasından Operasyon