Kurban Bayramı Kutlamaları
UŞAK SERAMİK SAN. A.Ş.
ÖZ Hanedan Pide ve Kebap Salonu ÖZ Hanedan Pide ve Kebap Salonu
UŞAK SERAMİK SAN. A.Ş.
Mendeli Bekir Çavuş’tan Balkan Savaşı Hatıraları
Yzr. Hüseyin YALÇIN

Mendeli Bekir Çavuş’tan Balkan Savaşı Hatıraları

Bu içerik 1697 kez okundu.
Reklam

Araştırmacı Yazar: Hüseyin Yalçın

Anlatan: Hasan Keleş

MENDELİ BEKİR ÇAVUŞ

1964 yılında Banaz’ın Ulupınar Köyü’nde (kendi köyümüz)imamlık yapıyordum. Camiye namaza gelenlerin çoğu ihtiyar amcalardan oluşuyordu. Cemaatle bazen öğle ve yatsı namazlarından sonra caminin mescit kısmına geçip çay demleyip, hem çaylarımızı içiyor hem de sohbet ediyorduk. Yukarıda bahsettiğim gibi camiye gelenler ve mescitte sohbet ettiğimiz kişiler güngörmüş yaşlı insanlardır. Bunların kimi Balkan Savaşlarındaki, kimi Çanakkale Savaşlarındaki, kimisi de Kurtuluş Savaşındaki anılarını anlatırlardı. Cami cemaati içinde seksen kusur yaşında gazi olan Halil amca da vardı. Bu gazimiz Balkan Harbi’ndeki savaş sahnelerini anlatırken gözyaşlarına hâkim olamazdı. Hele esarette geçen günlerini anlatırken hepimiz duygulanır ve onunla birlikte biz de ağlardık. Gazi Halil amca ara sıra Uşak merkez köylerinden Mende köyündeki silah ve kader arkadaşı Bekir çavuş’tan bahseder ve onu çok özlediğini fakat bir türlü onunla görüşemediklerinden dolayı üzüntü duyduğunu, Bekir Çavuşla görüşmemiz galiba mahşere kaldı derdi. Gazi Halil amca bu özlemini defalarca dile getirmişti. Gazinin bu özlemi gayet samimiydi. O yıllarda Uşak’ın Çınarlı Köyünden (Mende köyüne yakın bir köy)  köyümüzde görev yapan bir ormancı vardı. Sadık ormancı köyüne giderken Gazi Halil Çavuş’tan Bekir Çavuş’a selam götürür, köyümüze gelirken de Bekir Çavuş’tan Gazi Halil amcaya selam getirirdi. Çınarlı Sadık ormancı, hem şakacı hem zeki bir kişiydi. Namaza gelir, gamet okur, mescitteki sohbetlere katılırdı. Bir gün bu pek muhterem ormancımız Sadık Bey, Gazi Halil amca adına Bekir Çavuş’a hitaben muazzam bir mektup yazar, mektupta derin bir hasretlik duygusu vardır. Bekir Çavuş’u beklediğini bildirir. Sadık ormancı Gazi Halil amca adına yazdığı duygu yüklü bu mektubu Bekir Çavuş’a götürüp verir.(Gazi Halil amcanın bu mektuptan haberi yoktur) Bekir Çavuş mektubu okur okumaz şöyle der: Muhterem Halil Onbaşı gelebilseydi mektup göndereceğine kendi gelirdi. Madem o gelemiyor ben ona gideyim diye karar verir. Yanına da daha önce bizim köyde kireç yakmış olan Kireççi Mustafa’yı da refakatçi olarak alıp yola çıkarlar ve bizim köye gelirler. Aylardan mart ayıydı, biz yine öğle namazından sonra mescitte bazı cami cemaati kişilerle çay içip sohbet ediyorduk. Bir ara mescit kapısından iki misafir içeri girdi. Bu gelenlerden biri orta boylu kireççi Mustafa idi fakat yanındaki iri yapılı uzun boylu siyah paltolu uzun sakallı adamı tanımıyorduk, ikisi de selam verdiler. Selamlarını aldık ayağa kalkıp hoş geldiniz dedikten sonra buyur ettik, yer verdik. Yaşlı adamın elini öptük ve kim olduğunu sorduk. Yaşlı adam kendini tanıttı. Bana Mendeli Bekir Çavuş derler dedi bunun üzerine hepimizin ağzından şu cümleler dökülüverdi. Yahu sen bizim Gazi Halil amcanın her zaman övgüyle andığı arkadaşı olsan gerek dedik. Bekir Çavuş evet aynen diyerek başını salladı. Bekir Çavuş bu arada cemaatin içinde arkadaşı olan Halil amcayı aradı fakat bulamadı. Zaten aramızda da o an kendi yaşında kimse de yoktu. Bekir çavuş, Halil Onbaşı namaza gelmedi mi? dedi. Ben cevap verdim. Halil onbaşı hiçbir vakit camiden kalmazdı, bütün vakit namazlarına gelirdi, herhâlde bir mazereti vardır, İnşallah ikindi namazına gelir dedim ve misafirlere çay ikram ettim. Bekir Çavuş çay içerken bize şöyle tembih etti. Sakın Halil onbaşıyı hiçbir zaman kırmayın, ona gereken saygıyı gösterin dedi. Bekir Çavuş daha sonra “lütfen onu bana gösterin, biz onunla kendimiz tanışalım” dedi. Biz de tamam dedik, ikindi vakti yaklaştı herkes abdest aldı, ben ezan okudum. Her vakit ortalama 5 dakika kadar cemaati bekler ondan sonra namazımızı kılardık. Bugün cemaat olarak çok heyecanlıydık. Bir an önce namazı kılıp Halil Onbaşı ile Bekir Çavuş’un tanışma sahnesi için sabırsızlanıyorduk. O tarihi an acaba nasıl olacaktı? Hepimizde büyük bir merak vardı. O nedenle ikindi namazını hemen vakit geçirmeden kıldık. Tahminim doğru çıkmıştı namaza Halil onbaşı da gelmişti, namazdan sonra bütün cemaat olarak o tarihi anı Bekir çavuşla, Halil onbaşı’nın askerliklerinden bu yana ilk karşılaşma anına şahit olacaktık. Namazdan sonra çoğu zaman olduğu gibi cemaatle mescide geçtik, mescidin sağında tahtalardan yapılmış sekiye(tahta oturak) Bekir Çavuş oturdu. Mescidin solunda yine tahta lambriler vardı, Halil amca da o lambrilere sırtını dayayıp oturdu. Bu arada Halil Onbaşı, karşıdaki sekide oturan kendi gibi yaşlı Bekir Çavuş’u ve Kireççi Mustafa’yı gördü ve onların yabancı olduklarını fark etti. Osmanlı terbiyesine göre sağ elini bağrına koyup hoş geldiniz kardeşler diyerek başını salladı. Bekir Çavuş da aynı şekilde hoş bulduk kardeş diye karşılık verdi. Halil amca askerlik dönemindeki arkadaşını tanıyamadı ve sormak ayıp olmasın nerelisiniz diye sordu Bekir çavuş’a. Bekir çavuş cevap verdi: Mende köyü’ndenim.(Bekir çavuş onun Halil onbaşı olduğunu biliyordu.) hem sana Mendeli Bekir Çavuş’tan selam getirdim dedi. Halil onbaşı daha o anda heyecanlanmıştı. Vay be Bekir Çavuş’u yakından tanıyan birini görmek bile beni mutlu etti. Selamını aldım kabul ettim, selamı gönderenden de getirenden de Allah razı olsun dedi. Halil Onbaşı, Bekir Çavuş’u hala çıkaramamıştı.

Halil Onbaşı:Eee …arkadaş anlat bakalım. Bekir çavuş nasıllar ne âlemdeler? Bekir Çavuş da yaşına göre oldukça iyi, istese buraya gelebilir dedi .Halil amca da ah keşke bir  gelebilse de ölmeden  önce bir görüşebilsek dedi. Bekir Çavuş, Halil Onbaşı’ya hitaben, Halil Onbaşı, Bekir Çavuş mantıksız inanılmayacak şeyler anlatıyor, bence pek makbul adam değil dedi. Halil amca da niçin böyle konuşuyorsun? Dedi. Bekir çavuş, yahu o topçu çavuşuymuş, kendi görevinin haricinde bir makineli tüfekle Balkan Harbi’nde tek başına 300-400 Bulgar askerini imha etmiş, bu bence olacak şey değil dedi. Halil amca bu olayı onayladı. Bu olay doğru dedi. O günlerde Bekir Çavuş’un bu cengâverliği gazetelere konu olmuştu. Elime geçen bir gazeteden ben bu olayın doğru olduğunu okudum, Halil amcanın bu arada gözleri yaşardı. Belli ki gözlerin önüne Balkan Harbi’ndeki, o zorlu ve acı dolu muharebe sahneleri geldi. O anları bütün dehşetiyle anlatmaya başladı. Bekir çavuş da araya girerek aynı savaş sahnelerini anlatmaya başlayınca, Halil onbaşı şaşırdı ve Bekir Çavuş’a sordu. Yahu arkadaş sen bizimle oradaymışsın gibi anlatıyorsun dedi. Bekir çavuş da ben Bekir Çavuş’u çok dinledim ondan biliyorum dedi. Halil onbaşı hala Bekir Çavuş’u hatırlayamamıştı. Halil Onbaşı neyse kardeş sen de benden Bekir Çavuş’a çok selam götür, dedi. Hakkını helal etsin benden yana helal olsun dedi. Bekir Çavuş,Halil Onbaşı’ya sen Bekir Çavuş’u çok mu özledin? Dedi. Halil amca kafa sallayarak hem de nasıl? Dedi. O benim silah ve kader arkadaşım dedi. Bekir Çavuş, Halil onbaşı’ya; Bekir çavuş buraya gelse ne yaparsın? Dedi. Halil onbaşı da insanların eti yenmez, derisi giyilmez, ona sarılırım, öperim doyasıya hasretlik gideririm, elimden gelen ikramı yaparım dedi. Halil onbaşı, Bekir Çavuş’a, hem sen benim Halil Onbaşı olduğumu nereden biliyorsun? dedi. Bekir Çavuş oturmuş olduğu sekiden indi. O uzun boyuyla ortaya dikiliverdi. Halil Onbaşı’ya hitaben: Halil onbaşı, Bekir Çavuş karşında deyiverdi, işte cemaat olarak beklediğimiz tarihi karşılaşma anı başlamıştı. Halil Onbaşı heyecandan bayılıp yere düştü. Ben hemen koşup testiden su getirip yüzüne serptim. Halil onbaşıyı ayıltmak için salladım. Bir süre sonra gözlerini açtı. Halil Onbaşı kendine geldikten sonra, kolundan tutup ayağa kaldırdım ve Bekir Çavuş’un yanına götürdüm. İki arkadaş birbirlerine öyle hasretle sarmaştılar ki iki gazi silah arkadaşı, kader arkadaşı sarmaşık halde üç dört dakika kalakaldılar, sanki iki beden bir beden oluvermişti. İki arkadaş sessizce ağlıyorlardı. Bu tarihi manzara karşısında bütün cemaat gözyaşlarına boğuldu. Halil Onbaşı’nın küçük kardeşi iki dönem muhtarlık yapmış, sözü sohbeti dinlenir Ali amca da oradaydı. Ali amca müdahale etti. Ağabeyine ve Bekir çavuşa yahu ağabeyler bizi de ağlattınız, yeter ağladığınız, oturun bakalım dedi. Bunun üzerine iki arkadaş karşılıklı olarak bağdaş kurup kederli halde oturdular.  Bekir Çavuş bu arada cebinden tütün tabakasını çıkarıp sigara sarmaya başladı. Halil amca’ya sen de içer misin? diye sordu. Halil amca sigara içmiyordu; fakat arkadaşının sevincine içerim dedi. İki kader arkadaşı sigaralarını yaktılar, Halil amca acemi acemi sigarasını üflüyordu. İkisi de çok doluydular. Konuşamıyorlardı. Sanki ikisi de şoktaydı, yaşananların gerçekliğini inanamıyorlardı. Çok konuşsalar yine ağlayacaklardı. Çünkü Balkan Harbi’nin büyük bölümü bizim açımızdan çok büyük acılarla doluydu… Birçok felaketi, acıya bu savaşta yaşamıştık ve Balkanların çok büyük bir bölümünü bu savaşta kaybetmiştik.

Bir müddet boyunca ortaya büyük bir sessizlik kaplamıştı. Sessizliği Ali amca’nın sesi bozmuştu, Bekir Çavuş’a sizden bir ricam olacak, o yardanfil makineli tüfek hikâyesini merak ettik. Lütfen anlatır mısınız? dedi.  Bekir Çavuş bizim Balkanlarda yaşadıklarımızı anlatsak tarihe sığmaz, ben sadece o sahneyi anlatayım dedi. Hepimiz pür dikkat Bekir Çavuş’u dinliyorduk. Bekir Çavuş, ben Balkan Savaş’ında topçu çavuşuydum. Emrimde dokuz er vardı. Onların önünde bir buçuk metre yüksekliğinde taş duvar, benim önümde de yarım metre yükseklikte baş siperim vardı, savaş bütün şiddetiyle devam ediyordu. Mangamdan bir ses çavuşum dikkat! dedi. Sonrasını hatırlamıyorum, orada bayılmışım. Orada uzun süre baygın halde yattıktan sonra uykumdan uyanır gibi oldum. Üstüme toprak serpilmişti. Kendimi toparladım kalktım, bir de ne göreyim erlerimin hepsi şehit olmuştu. Ben büyük bir şok içindeydim. Acaba kollarımdan, ayaklarımdan kopan var mı diye kollarımı ayaklarımı salladım hepsi tamamdı. Sadece başımdan boynuma doğru sıcak bir şey akıyordu.  Bir şarapnel parçası başıma isabet etmiş ve kanatmıştı. Belki de beni bayıltan buydu. Biraz dinlendim. Bizim cepheden karşı tarafa hiçbir silah patlamıyordu. Anladım ki cephede en son atışı biz yapıyormuşuz. Bizim silah (top ) susunca Bulgarlar istikamdan çıkıp hücuma kalktılar, yakınımda küçük bir derecik vardı. Kendimi düşman ateşinden korumak için o dereye doğru koştum. Bir de ne göreyim siperde makineli yardan fil tüfeği vardı. Çok sevindim. Düşman askerleri yaklaşmışlardı. Geçirdiğim şokun etkisindeydim. Bu şoku hemen atlatıp makineli tüfeğin yanına vardım. Hemen tüfeğin başına geçip tüfeği bana doğru gelen düşman askerlerine çevirdim ve ateş etmeye başladım. Ben siperdeydim, ateş etmeye devam ederken hücuma geçen düşman askerleri durakladılar ve bana doğru ateş etmeye başladılar. Onlar da beklenmedik ateş karşısında neye uğradıklarını şaşırmışlardı… Hepsi de meydanı boş bulup siperden çıkmışlar açık alanda bulunuyorlardı.  Makineliyle onları sanki buğday biçer gibi biçiyordum. Ben siperde olduğum için onların bana attıkları mermiler sağımdan, solumdan, üstümden ıslık çalarak geçiyordu. Ben makineliyle onları birer birer deviriyordum. Bu atışa ne kadar devam ettim bilmiyorum. Bir süre sonra aklım başıma geldi, yahu bu makineli tüfeği üç kişi kullanır. Bunlardan biri nişan alır, biri mermi verir diğeri de atış yapar. Ben bunu tek başıma nasıl yaptım? diye kendime sordum o anda benim makineli tüfek tık deyip durdu. Karşımda düşman askerleri de kalmamıştı. Tüfeği orada bırakıp kaçtım. Bekir Çavuş, ben bu yaşadıklarımı hala anlamış değilim fakat Bedir Harbi’nde Allah’ın zorda kalan Müslümanlara yardım etmesi için melekler gönderdiğini de biliyordum. O anda bana meleklerin yardım ettiğine inanıyorum dedi. Balkan Harbi’nde bazı askerlerimiz yer yer böyle kahramanlıklar göstermesine rağmen ordumuz birçok hatalardan dolayı tarihinin en büyük hezimetlerinden birini yaşamıştır.Beş yüzyıllık vatan toprağı olan Rumeli’nin çok büyük bölümü elden çıkmıştır.Rumeli’deki Türklerin birçoğu vahşice katledilmiş,bazıları da yerinden yurdundan edilmişlerdir.

16.11. 2014

BALKAN SAVAŞLARI…

Yazar: Haluk Cangökçe

BALKAN HARBİNİ NASIL KAYBETTİK?..

Balkan Savaşları’nın üzerinden yüz yıl geçmesine rağmen Osmanlı’nın bu savaşları neden kaybettiği hala tartışılır.

Balkan harbinin üzerinden yüz yıla yakın bir zaman geçti ancak toplumsal şuurda yarattığı ağır kırılmadan dolayı, hiç unutulmadı. Tarihin tozlu sayfalarına terk edilemedi. Öyle ki sonuçları bakımından, Balkan coğrafyasında yüzyılların sonu oldu. Osmanlı Devlet’i, Balkan Harbinin sonunda Rumeli’den çekilirken beş asırlık varlığı da sona eriyordu.

BALKAN SAVAŞLARI’NDA SUÇLU KİM…

Peki Balkan Harbi’nde neler yaşanmıştı? Şimdiye kadar Balkan Savaşları hakkında birçok eser yayınlandı ve herkes suçluyu bulmak istedi. İşte bu noktada Kurtuluş Savaşı’nın en önemli isimlerinden biri olan Fevzi Çakmak’ın söyledikleri çok önemli bir yer edinmektedir.

FEVZİ ÇAKMAK TARİHE NOT DÜŞÜYOR…

Mareşal Fevzi Çakmak Balkan Savaşı’nın ardından 10 yıl geçtikten sonra genç Cumhuriyetin Genel Kurmay Başkanı sıfatıyla Harp Akdemileri’nde Balkan Savaşı’na tanıklık etmiş biri olarak çok ciddi eleştirilerde bulunur ve yarına dönük mesajlar verir.

Sonrasında burada yaptığı konuşma kitap haline getirilir ama pek ilgi çekmez.

BALKAN HARBİ NAMUS LEKESİDİR…

Mareşal Çakmak, Balkan Harbini yalnız bir askeri mesele değil, “namus lekelerinin sürüldüğü” bir olaylar zinciri olarak ele alır. Ordunun temel disiplin ilkesinin, bireysel siyasi tercihlerinin öne çıkarılmasıyla nasıl alt üst olup bozulduğunu, işlevini tamamen kaybetmesini anlatıken öfkesini saklamaz: “1′nci Tümen, 1912′de İstanbul’dan Arnavutluk’a geldiğinde, o vakte kadar görülmemiş bir disipline, düzene sahipti. Bu düzenli tümen, iç siyasetle uğraşan birkaç subayın kışkırtmasıyla çürüdü, inancı bozuldu. Askerler subaylarını, subaylar komutanlarını tanımamaya başladı. O düzenli birlik rezil oldu…”

SİYASET ORDUYA KARIŞINCA…

Çakmak, Balkan Harbi öncesinden siyasi iradenin zayıflığının orduya da sirayet ettiğini anlatır. 1912 Haziran’ında iktidara gelen Gazi Ahmet Muhtar Paşa hükümeti ordunun önemli bir kısmını oluşturan 1908 girişli nizamiye askerlerini terhis etti.

70 BİN ASKER TERHİS EDİLDİ…

Seferberlikten önce Trakya ve Makedonya’daki askeri kuvvetimiz düşmanlarımızın iki katıydı. 70 bin asker terhis edilince barış zamanında düşmanlarımıza karşı mevcut olan üstünlüğümüzü kaybettik.Zeki Paşa anılarında şöyle anlatıyor “Ordu ve halk arasında Makedonya’nın Arnavutluk’un bağımsızlığı bir oldubitti gibi kabul edildiğinden dolayı, harbin lüzumsuzluğuna bile inananlar vardı.

OSMANLI ORDUSU SAYICA ÜSTÜNDÜ ANCAK…

Bir savaşın kazanılmasında nicelik değil nitelik önemlidir. Çakmak olayı şöyle anlatır “Müttefiklerin subay sayısına oranlanırsa bizim ordunun subayları ikibuçuk kat fazladır. Bizim Ordu bütçesi, Bulgar Ordu bütçesinin dört, müttefiklerin Ordu bütçelerinin toplamının iki katıydı.

DİSİPLİNSİZLİK ORDUYU BİTİRDİ…

Orduların ayakta durmalarını sağlayan temel unsur; disiplindir. Balkan harbinde ordunun mahvolmasının en büyük sebebi, disiplinsizlik olmuştur. Disiplinsizlik önce zihinlerde başlamış, ardından eylem halinde hayata geçmiş ve bütün unsurları sarmıştır.

TEK KURŞUN ATILMADAN SELANİK TESLİM EDİLDİ…

Namus lekelerinden en büyüğü tek kurşun atılmadan Selanik’in teslimi olmuştur. İşkodara’da Esat Toptani Paşa’nın şahsi bir siyasi hesapları uğruna Hasan Paşayı katlettirip, burayı Karadağlılara sunması tarihin en acı sayfalarından birini teşkil etmektedir.

DİLENEN ASKERLER VE KORKUNÇ MANZARA…

Balkanlardan geri çekilirken açlık ve sefalet manzarası korkunçtu. Askerler sokaklarda dileniyor, çamurların içinde düşüp kalkıyorlardı. Hepimiz ağır ağır açlığa sürükleniyorduk. Bunun neticesinden Başkomutanlığa ateşkes yapılması teklifinde bulunduk.

500 YILLIK TOPRAKLARA VEDA…

19 Haziran 1913 tarihi, Mareşal Fevzi Çakmak’ın askerlik hayatında unutmadığı günlerden birisidir. “19 Haziran 1913 sabahı Karadeniz gemisi, akşama doğru da Gülcemal vapurundaydım. Batı Rumeli’de 500 yıllık Türk hakimiyetine veda ettik. Güneş batarken Arnavutluk kıyıları da yavaş yavaş gözümüzün önünden siliniyordu. Atalarımızın asırlar boyunca kanlarıyla suladığı eski ve yeni şehitlerimizin gömüldüğü vatan parçasının terk edilmesi kalplerimizde giderilmeyecek acılar, hasretler meydana getiriyordu…”

şıüüşşıüüşOSMANLI’YI DIŞ GÜÇLER DEĞİL, İÇ GÜÇLER BİTİRDİ… Osmanlı coğrafyasının her yöresinde; Osmanlı’yı dış düşmanlar, dış güçler bitirmedi. Osmanlı’yı önce iç düşmanlar, iç güçler bitirdi.?

Mesela Balkanlar’ın ipini İttihat ve Terakkiciler çekmiştir.

Resmi tarih böyle yazmasa da Balkan tarihleri ve namuslu her Balkan okumuşu bunu böyle bilir.?

İttihat ve Terakkicilerin hazırladığı; “parçala, böl ve yut” politikasını dış güçler sahiplenmişler ve Ruslarla Bulgarlar başta olmak üzere tüm düşman çevreler, Osmanlı’nın Balkanlar’da parçalanması için el birliği etmişlerdir. Eğer Osmanlı Balkanlar’da dayanabilseydi, parçalanmasaydı veya çekilmeseydi, bugün hangi şartlarda olursa olsun, sınırlarımız bu kadar küçülmeyecekti.

Bu ifadeleri, Balkanlar’ın kütüphanelerinde bulunan tarih kitaplarında, romanlarında, hikâyelerinde ve namuslu tarihçilerin eserlerinde bulabilirsiniz…

NOT: Fotoğraflarda, idama mahkum edilen bir esir Balkan Türk’ünün infaz öncesi son isteği yerine getiriliyor…(Askerin son isteği, abdest almak için bir kap su ve namaz kılmak)

Sende Yorumla...
Kalan karakter sayısı : 500
İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR X
Banazda Kuzu Kokoreç Yalçın  Kokreçte Yenir
Banazda Kuzu Kokoreç Yalçın Kokreçte Yenir
Tarihi Eser Kaçakçıları'na Uşak Jandarmasından Operasyon
Tarihi Eser Kaçakçıları'na Uşak Jandarmasından Operasyon