Kurban Bayramı Kutlamaları
UŞAK SERAMİK SAN. A.Ş.
ÖZ Hanedan Pide ve Kebap Salonu ÖZ Hanedan Pide ve Kebap Salonu
UŞAK SERAMİK SAN. A.Ş.
Yeni Umutlar
Nurcan MİCAN

Yeni Umutlar

Bu içerik 1231 kez okundu.
Reklam

Hep birlikte yaşadığımız bu karantina günlerinden geriye bakacak olursak, evlerimize çekilmemizin üzerinden yaklaşık iki, iki buçuk aylık bir süre geçti. Belki insanlık tarihinin yaşadığı en enteresan dönemlerden birinde, en farklı olanını yaşıyoruz. Globalleşen dünya şartlarında bunu normal karşılamak gerektiğini düşünüyorum. Bugün teknolojinin pek çok faydasını yaşıyoruz. Bununla beraber dünya koca bir köy haline geldi. Bu köyün bir sokağını etkileyen gözle görülemeyen bir virüs her yere yayıldı. İnsanlık bunun sebebini araştırıp tartışadursun, çaresinin ne zaman bulunacağının tahminlerini yapadursun. Diğer taraftan dünya dönüyor ve hayat devam ediyor.

Arkamıza baktığımızda üç ayları ve bu bereketli dönemin sonu Ramazan ayını yaşadık. Bir araya gelemeden, iftarlarda buluşamadan, teravihlerde camileri salavatlarla çınlatamadan ve ardından gelen sessiz bir bayram sabahı... Yahya Kemal Beyatlı’ nın ‘Süleymaniye’ de Bayram Sabahı’ adlı şiirinde anlattığı anlı şanlı o bayramlar geldi aklıma;

“...

Deniz ufkunda bu top sesleri nerden geliyor?
Barbaros, belki, donanmayla seferden geliyor!..
Adalar`dan mı? Tunus`dan m, Cezayir`den mi?
Hür ufuklarda donanmış iki yüz pâre gemi
Yeni doğmuş aya baktıkları yerden geliyor;
O mübârek gemiler hangi seherden geliyor?

Ulu mâbedde karıştım vatanın birliğine.
Çok şükür Allaha, gördüm, bu saatlerde yine
Yaşayanlarla beraber bulunan ervâhı.

Doludur gönlüm ışıklarla bu bayram sabahı.”

Beyatlı’ nın anlattığı kadar renkli bir bayram sabahımız olmadı. Bütün dünya değil ama bütün Türkiye dört gün boyunca sokağa çıkamadı. Türkiye, bayram namazlarını sessizce tek yürekten kıldı. Şimdiye kadar geçen dönemde pek çok ilimize belirli gün aralıklarıyla sokağa çıkma yasağı getirilmişti fakat bu sokağa çıkma yasağı benim için ilk olduğundan hem bayramı hem yasağı farklı bir tecrübe olarak yaşadım. Sevdiklerimizin bayramlarını telefon ya da sosyal medya aracılığıyla kutladım.

Aslında bugün burada bunlardan değil başka şeylerden bahsetmek için yazıma başladım fakat parmaklarımın ucundan klavyeye bunlar döküldü. Yaşamış olduğumuz bu gibi sıkıntılı dönemlerin hayatımıza neler kattığı ya da neler çıkardığıyla alakalı birkaç düşüncemi paylaşmak istiyorum. Geçen yazılarımın birinde de yazmıştım. ‘...zamanın çıldırtıcılığına karşı sabır...’ demiştim. Sabır, yaşanması en zor duygulardan birisidir. Bu duygu, insanın her an galeyana gelip uçurumdan ayağının kayıp düşmesine ve param parça olmasına ya da uçurumun ucunda kanat olup mavi göklere oradan sonsuzluğa uçmasına sebep olabilir. Kim istemez ki mavi gökleri ve sonsuzluğu? Bunlar güzel şeyler olduğu gibi elde edilmesi zahmet isteyen şeylerdir. Boşuna söylenmemiş ‘Zahmette rahmet vardır...’ diye. Arapça bilenler bilir Arapçada zahmetin başındaki ‘ze’ harfi ile rahmetin başındaki ‘ra’ harfi arasında tek bir fark vardır o da harflerin üzerine konulan noktadır. İşte bu iki kelime arasındaki fark bir nokta kadar küçük aslında. Fakat zahmeti gözümüzde büyüten bizim kendi nefsimiz...

 ‘İnsan psikolojisi gereği hep kötü olana odaklanırmış.’ Bu söz ne kadar doğru bilmiyorum ama insan kendi psikolojisini iyi olan şeylere odaklayabilmeli. Peki bunu nasıl yapacağız der gibisiniz? Bunun cevabını tabii ki uzmanları daha iyi daha akademik seviyede verebilirler fakat ben buraya naçizâne bir şeyler karalamak istiyorum.  Müsaadenizle...

Fıtratımız gereği geçmişin pişmanlıkları ve geleceğin kaygılarıyla hayatımızı devam ettiriyoruz. Unutmayın ki yaşanması gereken yaşanmış ve bitmiştir. Geçmişin ‘ahh!’ ları geleceğin ‘vahh!’ ları olmamalı. Yaşanmış olan olay üzerindeki dahliniz ne olursa olsun eğer pişmanlıklarımız varsa bunu tecrübe torbamıza koyup yola devam etmeli ya da şükürlerimiz varsa onlarla yolculuğumuzu sürdürmeliyiz. Hayatımızda yaşanılan sıkıntılı zamanlar, yaşam sahnemizden çıkan sûretler geçip gitmiş ve bizi şu ana getirmiştir. Onlar için ‘iyi ki yaşamışım beni bu vakte hazırlayan yaşadıklarımdır...’ diyebilmeli ya da çıkan sûretler adına’iyi ki hayatımdan çıkıp gitmişler yoksa bana zararları dokunacakmış veya beni haketmiyorlarmış...’ olarak bakmak gerekiyor. Neden mi? Geleceğe yön verebilmek, yeni umutların temellerini atabilmek için. Zaten vakti saati geldiğinde, ne bir saniye geri ne de bir saniye ileri alamayacağımız akıp giden zaman nehrinde hakeden hakettiğini bulacaktır. Tarihte nice kaybediş ve düşüş yaşamış olanlara baktığımızda bundan ibret alıp yoluna devam edenler yüreklerinde nice başarıların tohumunu atmıştır. Tam tersi durumunda ise kaybediş ve bitişlerden ders alamayanlar uçurumun kenarından bataklığa savrulmuştur.

Zahmetlerinizi sakın hafife almayın, eziyetlerinizi küçümsemeyin onlar sizin kimliğinizin yapı taşları olacaklardır. Tembellik, duyarsızlık, gaflet ve rahat döşeğinde yaşamak kolaydır hatta bu döşekten bizi uyandırıp kaldırmaya çalışanlara karşı öfke duyabiliriz fakat vaktinde gözlerimizi açıp tedbirimizi almazsak kalktığımızda kervanın göçüp gittiğini, yapılması gereken için çok geç kalınğını görür ve bunun vicdan azabıyla çölün ortasında divane gibi dolanabiliriz. Çekilen zahmet ve eziyetler hayata bakışınızı değiştirecek sizin için ‘neyin önemli’ ya da ‘neyin önemsiz’ olduğunu gösterecektir. İnsanlar yaptıklarıyla, geri adım atmalarıyla, pişmanlıklarıyla, kibirleriyle veya biz yaptıklarımızla, geri adım atmalarımızla, pişmanlıklarımızla, kibrimizle hatırlanacağızdır. Kendi elimizde olan, yapılması gereken şartları yapıp geleceğe nasıl şekil vermek isteriz? Bunu her zaman kendimize sormalıyız ve geleceğimizi ona göre yönlendirmeliyiz.

Yazmaya başladığım günden beri vermek istediğim mesajları önce kendime sonra da siz değerli okularıma, tabii kabul buyurursanız, vermeye çalışıyorum. İlk kitabım ‘Aşk Ve Canan’ bu düşüncenin bir meyvesi oldu. Ondan sonra yazmaya devam ettim. İkinci kitabımı hazırladım fakat benim tecrübesizliğimden kaynaklanan sebeplerden dolayı bu kitap akim kaldı. Peki bu beni durdurdu mu? Evet bir ümitsizlik kaynağı, bir geri adım, bu işi ben yapamayacağım gibi hezeyanlara dalsamda benim yanımda olan değerli insanlar ve en büyük desteği aldığım siz okurlarımın sayesinde üçüncü kitabıma başladım. Fakat dünya işi bitmiyor ki öncesine göre hayatımda meydana gelen bazı değişimlerle kitap yazmaya daha az vakit ayırabilir oldum. Sadece buradaki köşe yazılarımı devam ettirdim. Ama içimdeki o kitap yazma aşkı her geçen gün çığ gibi büyüdü. Allah’ tan bunun için fırsat ararken bu karantina günleri bana büyük bir sermaye oldu. Her ne kadar etrafımızdan duyduğumuz olumsuzluklar, gelecek kaygısı bizi üzsede ‘şu anın yaşanması’ gerektiğine inananlardanım. Böyle zamanlar bize verilen günü ve o saati en kıymetli şekilde değerlendirme ve yeni umutların temeli atma vakitleridir.

İnşaallah sizlerinde desteği ve duasıyla sonbahara kadar tamamlamayı düşündüğüm bu projem amacına ulaşır ve siz değerli okurlarımla buluşur. Biliyorum ki etrafımdaki pek çok sevenim benden bu haberi bekliyorlardı. Bu bayram da inşaallah bu yeni başlangıca vesile olur ve ikinci meyvemizi dünyaya getirir. Burada bir parçasını sizlerle paylaşmak ve fikirlerinizi almak istiyorum. Olumlu ya da olumsuz düşüncelerinizi benimle paylaşırsanız sevinirim.

“...Kapkaranlık bir tünelin içinde ilerliyordu. Nereye gittiğini bilemeden, yolun sonunda neyle karşılaşacağını göremeden… Gece karanlık, havada kulakları delen bir çığlık kesik kesik yürekleri yakıyor. O sırada iğne başı büyüklüğünde bir ışık hüzmesi gözüne ilişiyor. Belki bu ışık onun için kurtuluş olabilir. Fakat korku aklını rehin almış mantıklı düşünemiyor, çığlık atmak istiyor ama boğazına dayanan keskin bir bıçak çığlık atmasını engelliyordu. Eğer zorlayacak olursa bıçak bir anda şah damarını kesebilirdi.

Zaman durmuş… İlerlemiyor… Ayaklarına giden kan donmuş bütün vücudu buz kesilmeye başlamıştı. Tir tir titriyor, karanlığın içinde eliyle sağı solu yokluyor fakat eline boşluktan başka hiçbir şey dokunmuyordu. Daha ne kadar ilerlediğini bilemeden boşluğa adımlarını attı durdu… Adım attıkça tünel daha da zifiri bir hal alıyordu sanki! Görmüş olduğu küçücük aydınlık da karanlığın içinde boğulup gitti. Bu belirsizlik onu çıldırtıyordu.

Ömür boyu gözlerini gerçeklere kapatan insanlar böyle mi yaşıyorlardı? Fakat bu nasıl bir yaşamaktı? Umutsuz, beklentisiz, sallanıp duran bir yaprak misali…”

Geleceğe umutla bakınız efendim... Arkamızda kapanan kapılara takılı kalacak olursak önümüzde açılan kapıları göremeyiz...

Sağlıcakla ve Umutla kalınız...

Nurcan Mican

Sende Yorumla...
Kalan karakter sayısı : 500
İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR X
Banazda Kuzu Kokoreç Yalçın  Kokreçte Yenir
Banazda Kuzu Kokoreç Yalçın Kokreçte Yenir
Tarihi Eser Kaçakçıları'na Uşak Jandarmasından Operasyon
Tarihi Eser Kaçakçıları'na Uşak Jandarmasından Operasyon