Kurban Bayramı Kutlamaları
UŞAK SERAMİK SAN. A.Ş.
ÖZ Hanedan Pide ve Kebap Salonu ÖZ Hanedan Pide ve Kebap Salonu
UŞAK SERAMİK SAN. A.Ş.
Satranç
Nurcan MİCAN

Satranç

Bu içerik 1287 kez okundu.
Reklam

Bugün size sevdiğim, oynamasından keyif aldığım, yararlı bir düşünsel aktivite olan ve yıllar boyunca pek çok düşünürün büyüsüne kapıldığı satrançtan bahsetmek istiyorum. Bu oyunun bende uyandırdığı izlenimler, benim hayal dünyamdaki karşılığı ne kadar sizinkiyle uyuşur bilemiyorum ama satrancın verdiği mesajlarla ilgili bir kaç husus üzerinde durmak istiyorum.

Müthiş bir zekanın ürünü olan, kanlı savaş meydanlarından ilham alan, günümüzün strateji ve masa oyunlarının atası sayabileceğimiz satranç, 8x8, toplam altmış dört karelik bir tahtanın üzerinde oynanır. Tahtadaki karelerin yarısı siyah, yarısı ise beyazdır. Aynı şekilde, tahtanın üzerinde karşılıklı dizilen otuz iki taşın da yarısı siyah ve yarısı beyazdır. Oyunda siyah taşlar karanlık tarafı, beyaz taşlar ise aydınlık tarafı temsil eder. Oyunun yegane amacı satranç tahtası üzerindeki rakip tarafın şahını sıkıştırmak, onu hareket edemez hale getirmektir. Zira şah düşerse, oyun biter. Bu kadar hayati öneme sahip olan şah aslında hareket kabiliyeti en kısıtlı olan, en aciz görünen taştır. Satranç taşlarında önem sıralaması şahtan sonra vezir, kale, fil ve at şeklinde ilerler. Piyonlar ise adı üstünde piyondur, her türlü feda edilebilirler ve en fazla kayıpta onlardan verilir.

Ünlü yazar Stefan Zweig, Şubat 1942’deki intiharından birkaç ay önce tamamladığı “Satranç” adlı romanında bu büyük oyunun hakkında şunu söyler. Zweig’ e göre satranç;

‘Bir beyin eylemi, rastlantının her türlü despotluğuna karşı koyan tek oyundur.’

Yüzyıllarca satranç yavaş stratejik bir oyundu. Başta şah istisnasız en fazla bir kare ilerleyebilirdi. Bunun üzerine şahın biraz yardıma ihtiyacı olduğu anlaşıldı. 1400’lü yılların sonunda iki uzun menzilli taş,  fil ve vezir oyuna dinamik bir hal kazandırdı. Oyunun kim tarafından bulunduğu, hangi olayın buna neden olduğu konusunda pek çok sorunun cevabı araştırılmış ve ortaya birçok hikaye çıkmıştır. Hikayelerin doğruluğu hakkında kesin yargılara gidilemesede konuyla alakalı dilden dile aktarılan bir hikaye vardır;

“Rivayete göre bundan seneler önce Hindistan’da savaş yapmaya doymayan bir kral yaşarmış. Bu kral her seferinde başka bir savaş stratejisini denemek üzere çevre ülkelere savaş açarmış. Savaşılacak bir durum olmasa dahi kral bir sıkıntı bulur, saldırıya geçmek için bahane kollarmış. Halk senelerce bu kral yüzünden huzur ve refah ortamına hasret yaşayarak sıkıntı çekmiş. Ordudaki askerler de halk da artık bu durumdan bıkmış, çözüm yolları aramaya başlamışlar. Ama ne yapsalar boş… İsyan çıkarmak istemişler fakat sonunun idama kadar gidebileceği düşüncesi gözlerini korkutmuş. En sonunda birinin aklına, gidip Hindistan’ın en bilge insanına danışmak gelmiş. Fikir herkesin çok hoşuna gitmiş çünkü bilge, herkes tarafından sevilen ve zekasına hayran kalınan bir adammış. Hemen apar topar yola çıkarak bilgenin yanına gitmişler. Olayı tek tek anlatarak;

‘Gidecek ne kapımız var ne de adamımız, işimiz sana kaldı. Kurtar bizi şu illetten’ demişler.

Bilge önce uzun uzun düşünmüş. Kendisi de bir kralı ikna etmenin ne kadar zor olduğunu biliyormuş. Hani derler ya cahile laf anlatmak deveye hendek atlatmaktan zordur diye, tam da öyle bir durum. Bilge halka dönmüş ve;

‘Bana zaman verin, bu konu üzerinde düşünüp bir çözüm yolu bulmaya çalışacağım’ demiş. Siyah ve beyazın savaşının planını yapmaya başlamış.

İnsanlar evine dönmüş ve günlerce bilgeden gelecek olan sevinçli haberi beklemeye koyulmuşlar. Bir müddet sonra bilgeden beklenen güzel haber gelmiş.

‘İstediğiniz çözümü buldum. Beni hemen krala götürün’ demiş.

Bilgeyi derhal kralın huzuruna çıkartmışlar. Kral bu ziyarete oldukça şaşırsa da çok memnun olmuş. Çünkü bilge, kralın da takdir edip sevdiği bir insanmış. Kral sebebi ziyaretini sorarak bilgenin söylediklerini dinlemeye koyulmuş. Bilge, krala;

‘Sayın kralım, izniniz olursa size bir hediye takdim etmeye geldim’ demiş.

Bu sözden sonra herkesin merakı bilgenin elinde tuttuğu kutuya yönelmiş. Kimisine göre onun içinde kral akıllansın diye bir kitap kimisine göre de kralı sokacak bir yılan varmış. Ama kutunun içerisindekiler tahmin ettikleri şeylerden biri değilmiş. Kral kutuyu alarak içindekileri incelemeye başlamış. Kutudan küçük küçük farklı objeler çıkmış. Elbette bunların ne olduğunu anlamayarak meraklı gözlerle bilgeye bakmış. Bilge de ona;

‘Sayın kralım, hepimizin bildiği üzere siz savaş yapıp stratejileri denemeyi çok seviyorsunuz. Ben de size her seferinde farklı bir strateji deneyebileceğiniz bir oyun tasarlamak istedim. Oyundaki her obje farklı bir insanı temsil ediyor. Örneğin siz şah olarak adlandırdığım şu taşsınız. Şu taş ise vezirinizdir’ diyerek oyunun bütün ayrıntılarını anlatmış.

Kral, bilgeye oyunu beğendiğini söylemiş ve;

‘Ey bilge, dile benden ne dilersen’ demiş. Bilge de;

‘Sayın kralım, ben sizden para, mal, mülk istemiyorum. Tek arzum buğday. Onu da şu şekilde istiyorum. Satranç tahtasındaki ilk kareye 1 buğday tanesi, ikinci kareye 2, üçüncü kareye 4, dördüncü kareye 8; yani her kareye bir öncekinin 2 katı buğday konulacak şekilde 64 karenin tamamlanmasını istiyorum.’ demiş.

Kral önce bu istek karşısında şaşırmış. Sonra uzun uzun gülerek;

‘Ey bilge ben senin önüne dünyaları sunabilecekken senin bu isteğin de nedir? Bundan kolay ne var’ demiş.

Adamlarına bilgenin istediği buğdayı hesaplamaları emrini vermiş. İlk başta rakamlar oldukça küçükmüş ama daha sonrasında öyle çok büyümüş ki akıl almaz boyutlara ulaşmış. İstenilen buğday 1000 yılda ancak üretilebilecek kadarmış. Kralın bile tahmin edemediği bu son hamle herkesi hayrete düşürmüş. Kral bir kez daha bilgenin zekasına hayran kalarak ona iltifatlarda bulunmuş. İstenilen buğdayı vermiş midir bilinmez ama bilge, zekasıyla akıllara kazınıp herkese unutulmaz bir ders vermiştir.”

Bu müthiş oyundan yola çıkacak olursak, yaşamış olduğumuz hayatında satranç tahtasından bir farkı yok gibi görülüyor. Sahnede siyahlar ve beyazlar, iyiler ve kötüler, kendini uyanık zannedenler ve gafil aldananlar, mertler ve namertler, menfaat karşısında dimdik ayakta duranlar veya eğilip bükülenler ... Siyah ve beyazın mücadelesi tarih boyunca devam etti. Oyunun çıktığı dönemde bu mücadele er meydanında olduğundan kimin siyah kimin beyaz olduğu belliydi fakat günümüze yaklaştıkça o er meydanları tükendi. Bugün asıl mücadele kendi içimizde beyaz gözüküp fakat beyaz olmayanlarla yapılan mücadele halini aldı. Böyleleri renklerini belli etmiyorlar sizin yanınızda sizinle başkasının yanında başkasıyla oluyorlar. İç dünyalarında şah kılığında, dış dünyalarında ise savunmasız gibi gözüküyor ve mağdur edebiyatıyla etraflarından akçe toplamaya çalışıyorlar. Ne yazık ki piyon durumunda olan mücadelenin ön saflarında bulunan safiyane duygulara sahip olanlar ise feda edilmeye mahkumlar.

Satrançta veya hayatta her olasılığa açık olan ilk hamle oyuncuyu farklı bir sahneye taşır,  daha iyi bir hamleye ya da tam tersine daha kötü bir hamleye. İkinci hamleyle birlikte verilebilecek tepkilerin çeşitliliği katlanır, üçüncü ve dördüncü hamlelerle birlikte bu çeşitlilik katlanarak devam eder ve olaylar karşısında nasıl tepki vereceğimiz ya da veremeyeceğimiz tepkilerin sayısı dünyada bulunan atom sayısından daha fazla olası bir tavır ortaya çıkarır. Bu yüzden ilk hamle dikkatli atılmalı ki üzücü bir durum ortaya çıkmasın. Fakat diğer taraftan bu da mümkün değil çünkü yapacağınız hamleye karşı diğer tarafın vereceği hamlelerin çeşitliliğide sizinkinden az değil.

Burada insan yapacağı hamlenin sonunu düşünmekten alamaz kendini ama ilk hamlenin en uzak olduğu oyunun sonu da buna göre şekillenir. Bizim ve karşı tarafın atabilecek olduğu adımların çeşitliliğindeki farklılıklar bizim içimizde ne sakladığımızla ve niyetimizin ne olduğuyla doğrudan alakalıdır. Olası bir yanlış hamle ardı arkası kesilmeyecek zararlara yol açabilir. Ya da sizin iyi niyetle yaptığınız bir hamle karşınızdaki tarafından çok farklı algılanır ve istenmeyen sonuçlara götürebilir. O zaman bu oyundan çekilecek miyiz? Ya da hayattan ümidimizi kesip kendimizi bir kenara mı iteceğiz? Bilmeden yaptığımız yanlış hamlelerde durup bekleyecek miyiz? Tabi ki hayır! Elimizden geldiğince oyunu düzgün oynayıp hak ve doğru bildiğimiz yolda ilerleyeceğiz. Yılan gibi kıvrım kıvrım kıvrılmadan, eğilip bükülmeden... Ne diyor peygamber; ameller niyetlere göredir.

Bu oyunun olumsuz bir tarafı var. O da insanı, bazı insanların diğerlerinden daha değerli olduğuna inandırması. Şahlar ve piyonlar, atlar ve kaleler gibi... Ne yazık tarih bu şekilde ilerledi ve günümüze kadar geldi. Oyunun çıktığı dönemdeki hayatın acımasızlıklarına göre günümüzde hayatın acımasızlıkları, o dönemden daha fazla. Belki de ilk başta Kabil’ in yanlış oynadığı bir hamle dünyayı bu seviyeye getirdi. Fakat diğer tarafta Habil’ de vardı. İkisi de bir yol açtı ve her ikisinin yolundan giden onların kazandığı akıbeti kazandı ve bundan sonra da kazanacak. Dünyanın kanunu bu, siyah ve beyaz mücadelesi. Hangisi olmayı tercih edersek o yoldan ilerlemeliyiz. Sonunda karşımıza çıkacak olan da onların karşılarına çıkan olacaktır.

Oyunun verdiği bir diğer mesajı da kesinlikle unutmamak gerekiyor, satranç sadece bir oyundur. Gerçek insanlar satranç taşı değildir yani bazılarına diğerlerinden daha fazla değer veremeyiz. Hiç kimse hiçbir zaman bir diğerinden daha değerli olamaz. Ne şahın piyona ne de piyonun şaha karşı bir üstünlüğü vardır, ikiside birbirine mahkumdur. İnsanlar feda edilebilecek şeyler değildir. Hayata bu gözle bakıp birilerini hep ezip geçenler, hakka girenler, gönül kıranlar kısa vadede kazanıyormuş gibi olsada uzun vadede kaybetmeye mahkumdurlar.

Hayata bir satranç oyunu olarak bakmayın. Yoksa kaybedersiniz...

Kaybetmemek dileğiyle...

Nurcan Mican

 

Sende Yorumla...
Kalan karakter sayısı : 500
Nurhan     2020-07-15 Süper
Sümeyye     2020-06-26 Kaleminize sağlık @nurcanmican hanım
İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR X
Banazda Kuzu Kokoreç Yalçın  Kokreçte Yenir
Banazda Kuzu Kokoreç Yalçın Kokreçte Yenir
Tarihi Eser Kaçakçıları'na Uşak Jandarmasından Operasyon
Tarihi Eser Kaçakçıları'na Uşak Jandarmasından Operasyon